9 Şubat 2018

GELECEĞE BAKIŞ.

GELECEK NASIL OLACAK:



Çok değil. Yakın bir zamanda teknoloji o kadar ilerleyecek ki... bir çok fabrikaya gerek kalmayacak. Çünkü 3 boyutlu yazıcılar ile çok azar miktarlarda gerekli olan maden parçacıkları ile herkes evinde istediği bir çok şeyi üretip kullanabilecek.

Şimdilik henüz test aşamasında olduğu için sistem belli yerlerde var ama sistem tıpkı bilgisayarlar gibi evlere kadar küçültülüp herkesin rahatlıkla kullanacağı boyuta getirilecek. 

Yani şöyle... bundan 40 yıl önce bilgisayarlar bir oda büyüklüğünde idiler. Şimdi ise çok daha kuvvetli işlemcileri ile cebimize kadar küçülttüler ve herkes kullanabiliyor. Cep telefonları, tabletler, dizüstü ve masaüstü bilgisayarlar örneği gibi. Bunların hepsi ilk bilgisayarlardan kat kat üstünler şu anda.

İşte bu 3 boyutlu yazıcılar da önümüzdeki 20-30 yıl içinde aynen böyle gelişecek ve çoğu kişi evinde kullanacak. Her zaman olduğu gibi yine ilk olarak varlıklı-zenginlerin evine gelecek ama bir süre sonra her gelir grubunun alacağı kadar ucuz olacak.

Böylece şu anda kullandığımız hemen hemen çoğu şeyi insanlar evinde üretecek. Bunun için maden bileşenleri küçük kavanozlar ile market gibi yerlerde bulabileceğiz ve hangileri gerekli ise onları alıp, istediğimiz alet-edevatı yapacağız. 

- Bahçede bir kürek mi lazım oldu? Hemen yapacağız. 
- Musluk mu lazım? Hemen kendimiz üreteceğiz.

Böylece hem devletlerin yükü azalacak, hem madencilik şimdikinden çok daha az olacak (nano teknoloji sayesinde şu andakinden çok daha az malzeme ile çok daha fazla üretim olanağı olacak) hem petrol büyük oranda devreden çıkacak. Böylece de doğa-yeraltı ve ormanlar şimdikinden çok daha fazla korunmuş olacak.

Aslında yoktan bir şey var edilmeyecek. Şu anda devasa fabrikalarda madenlerden nasıl üretim yapılıyorsa, fabrika yerine evimizin bir odasında üretim yapacağız. Her ev küçük bir fabrika olacak yani. Böylece fabrikalara ihtiyaç kalmayacak.

Şu anda orta yaş kuşağındaki kişilerin çocukları bizim gibi orta yaşa gelince bunların büyük kısmı gerçekleşecek.

Yani... önümüzdeki 20-30 yıl içinde. Biz bile ölmez isek, 60-70-80'li yaşlarımızda bunları görebileceğiz. (Şu anda 40 ile 60 aralığında olan orta kuşak).

Ayrıca... insan organı bile daha şimdiden üretilebiliyor. 

Bir çok organ üretilip nakil edilmeye başlandı insanlara. Yani sadece alet-edevat değil, insan organları da üretilmeye başladı. Bu sayede bize yetişmez belki ama çocuklarımızın ve özellikle torunlarımızın ömürleri çok daha uzun olacak.

Bu aşağıdaki video'da yıllar önce vizyona giren Jurasic Park filmindeki 3 Boyutlu örnekleyici yazıcı ile aslında bunun nasıl olacağını biraz anlatmışlar bence.

Çünkü Amerikalılar teknolojik olarak piyasaya sürecekleri teknolojileri falan ilk önce böyle filimlerle kamuoyuna veriyorlar hep.

Bu konuda çok sayıda örnek verilebilir.





Burada da gerçek hayatta 3 boyutlu yazıcılar ile üretilen yapay damarları anlatan video var.

Yani... aslında bu teknoloji hayatımıza girdi bile şimdiden.





APOLLO 15.

ABD'nin APOLLO 15 PROJESİ ile AYASKÖYLÜ MURTAZA'nın İLİŞKİSİ:

Günümüzde İnternet, Televizyon kanalları ve Yazılı Medya ile dünyanın her yerindeki insanlar artık her şeyi anında görebiliyorlar ve insanları etkiliyor.

Ama bundan 40-50 yıl önce böyle kolay iletişim yoktu. Radyolar ile dünya insanları başka yerlerde neler olup bittiğini öğrenebiliyorlardı ancak. Fakat bunda bile insanlık için çok önemli olan olaylar hemen dünya insanlarında karşılık bulabiliyordu. Popülerite oluşuyordu.

Bunun en güzel örneklerinden biri İzmir'in tarihi ilçesi Bergama'nın ova köylerinden biri olan Ayasköy isimli köyde yaşandı.

Bu köyde yaşayan ve seyyar aracı ile PAMUK HELVA tatlısını satan MURTAZA isimli Ayasköylü pamuk şekercisi helva arabasına örnek fotoğraftaki gibi APOLLO 15 yazısı yazmış ve aracındaki hopörler ile devamlı APOLLO 15 GELDİ şeklinde anonslar yaparak köy içinde pamuk helva satardı.

Peki nereden geliyordu bu Apollo 15 sloganı?

O yıllarda, yani 1971 yılında Amerika Ay'a Apollo 15 isimli proje ile AY'a bir kez daha yeni bir ekip göndermişti ve radyolar aracılığı ile insanlar haberdar olmuşlardı.

İşte Ayasköylü Murtaza dayı da bu radyo haberlerinde sık sık duyduğu Apollo 15 ismini pamuk helva arabasına isim olarak koymuş ve kendi ismi de lakap olarak Apollo 15 olarak kalmıştı.

:.

(Biz o günün çocukları olarak Murataza dayımızın hopörlerler ile yaptığı "Apollo 15 pamuk helva 25" şeklindeki sloganını ezberlemiştik).

::





21 Temmuz 2017

YURDUMUZUN HAZİNELERİ AĞAÇLAR.

GÜZEL YURDUMUZ ANADOLU'nun EN DEĞERLİ HAZİNELERİ OLAN AĞAÇLARIMIZ.

Fotoğrafların üç'ü dışındakiler alıntıdır. Kozak - Fıstık çamları, Paşaköy - Meşe ağacı ile Bakırçay - Söğüt ağacını ben çektim. Diğerlerini internetten aldım. Yayınlayan arkadaşlara teşekkür ederim).


PORSUK AĞACI:

(Zonguldak).




Hem de dünyanın en yaşlı porsuk ağacı o. 

O tam bir efsane. Bronz Çağından beri yaşıyor. Atlarımızın atalarının atalarını gören bir ağaç. Şu anda 4113 yaşında ve eğer İyi korunursa 8000. yaşını bile görebilirmiş.

Ayrıca dünyanın tüm ağaçlarının içinde en yaşlı 5. ağacı. Güzel yurdumuz Anadolu böylesine başka bir hazineye de ev sahipliği yapıyor.

- (Yalnız meyvesini asla yemeyin, öldürür. Meyve çekirdeği çok zehirli. Aklınızda olsun).

- Ülkemizin Ağaçsakal'ı olmasına pek fazla bir şey kalmamış. 

Daha şimdiden tüm ormanlarımızın ve tüm ağaçlarımızın efendisi bu Porsuk ağacımız.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

SÖĞÜT AĞACI:

(BERGAMA - BAKIRÇAY KENARI).





Söğüt ağacı denilince Aspirin - Aspirin denilince Söğüt ağacı akla gelir hemen.

Arılar kovanlarının koruyucu maddesi olarak kullandıkları propolisleri söğüt ağaçlarından elde ederler.

Söğüt ağacı dallarından sepet örülür. Hayıt ve Ilgın gibi çalı ve ağaççıkların ince dallarından örülen sepetler gibi, Söğüt'ün de ince dalları sepet örmeye çok uygundur.


Ayrıca... tarım yapılan ovalarda ki tarlaların çoğunda tulumba, hendek, kuyu, sondaj gibi su kaynaklarının olduğu yerlerde genellikle yazın gölgesinden yararlanmak için çiftçiler tarafından dikilir. Hem kendi tarlalarına hem de yanda ki komşu tarlalara gölgesi çok zarar vermesin diye genelde yol tarafı kenarlara dikilirler. 

(Çünkü gölgesi tarlaya çok düşerse, o gölgelik yerde mahsuller güneş ışığından yararlanmadığı için fazla gelişmezler. Ama onun gölgesi olmadan da o tarlalarda çalışmak işkencedir. Sabah kahvaltısı, öğle yemeği ve akşamüzeri çay keyfi ancak onların gölgesinde keyifli olur. Ayrıca ateş için kurumuş söğüt kabukları, kalın dalları çok elverişlidir).

Bu devasa söğüt ağacı Bakırçay'ın Bergama bölümünde bulunuyor. Fotoğrafı kendim çektim. Söğütler adeta birer su ağaçlarıdırlar. 

Bir yerde akarsu, dere, nehir, çay, ırmak devamlı az da olsa, dönem dönem de olsa su varsa kesinlikle o hat boyunca sağlı sollu kesinlikle söğüt ağaçları vardır.

Söğüt ağacı biz Türkler için yine en kutsal saydığımız ağaçların başında gelir. Öyle ki... Orta Asya'dan gelen atalarımız Osmanlı devletini ilk kurdukları yere SÖĞÜT adını vermişlerdi. 

Her şeyinden yararlandığımız bu ağaca verilen değere bakar mısınız?

(Bir de şimdi ki yönetici sınıfının yaptıklarına bakın bir de. Bunlar mı Osmanlıyı yeniden kuracaklar? Hadi canım siz de. Osmanlı ve öncesinde Selçuklu atalarımız doğaya-ağaçlara her şeyden çok önem verirlerdi. Onlar kim, siz kim. Boş versenize. Sizden hiç bir halt olmaz).

Söğütler ortalama 100 ile 150 yıl arası yaşadıkları biliniyor. Çok uzun yaşayan ağaçlardan değiller ama çok kolay üreyebilen ve büyüyen ağaçlar olduğu  için, insan tarafından toplu halde yok edilmedikleri sürece kolayca çoğalabiliyorlar.

Söğütün taze ince dallarından istediğiniz kadar kesin ve sulak bir yere dikin, çok kolay filizleneceklerdir. Diktiğiniz her 100 söğüt dalının en az 95 tanesi tutar. Çok diktim çünkü. Ortalamayı bu yüzden iyi biliyorum.

Söğütler sulak yerlerde yaşayan ağaçlar olduğu için, mutlaka Söğütlerin çok yakınlarında yine kendileri gibi sulak yerleri seven Kavak ağaçları vardır. 

İster uzun kavak ağacı olsun ister Telli Kavak ağacı olsun, Söğüt ağaçları birlikte yaptıkları hışırtılı düeti ancak o ortamda bulunmuş olanlar anlayabilirler.

Öylesine güzel bir hışırtılı sesler çıkarırlar ki, insana huzur veren büyük bir dinlik sağlarlar.

Ne yazık ki ülkemizin çoğu yerinde tarım arazilerine TERASLAMA yapıldığı için hendekler, su kuyuları, tulumbalar ile bu ağaçlar kesilip dümdüz ediliyor.

Neyse ki... çok kolay yetiştiği için yeni tarlalara geçen çiftçiler hemen kenarlara tekrar dikiyorlar.

İyi ki de çok kolay yetişip, büyüyorlar.

Çok severim söğüt ağaçlarını.


-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


KATRAN AĞACI:
(Antalya):





Ülkemizde ki en değerli ağaçlardan biridir. Tüm SEDİR, GÜRGEN, KESTANE, ARDIÇ, ZEYTİN, KAYIN, PORSUK, HUŞ ağaçları... gibi, en değerli ağaçlarımızın başında gelir.

Başka ülkeler bu ağaçları askerler ile korurken, bizim ağaçlar ne yazık ki çoğu zaman başı boştur. Ormancılar var görevli ama onlar bir yere kadar gözetebilirler. Oysa başka devletler gözü gibi korurlar bu tür ağaçları. Hani neredeyse bölgeyi karantinaya alırlar. O derece önem verirler.

KATRAN AĞACI gerçekten çok özel bir ağaç. Mesela müthiş bir kokusu vardır. O kadar ki, eski insanlar bu ağacın kokusunu yılan-akrep-çiyan gibi hayvanların girişini önlemek için, yaptıkları evlerin kapı ve pencerelerini bu ağaç ile yaparlarmış.

Yine... tıbbi amaçla bu ağaçtan yapılan ve halk arasında "Sarı Katran" olarak bilinen sıvı, hem insanlarda hem de hayvanlar için kullanılırmış.

Tohumları ise sindirim yolu rahatsızlıklarında, cilt hastalıklarında ve solunum yolu rahatsızlıklarında ve iştah açıcı türü ilaç olarak kullanılıyor.

O kadar sağlam uzun yıllar çürümeyen bir yapısı var ki, Köprü, yeraltı madenlerinde, rayların alt tahtası olarak gibi çok değişik yerlerde kullanılır. 

Süs eşyaları, tesbihler, ahşap materyaller yapılır. Tabii, eskiden beri kayık, sandal, gemi yapımında kullanıldığı söylemeye gerek bile yok. Su ve hava şartlarına dünyada ki en dayanıklı ağaçlardan biri.

Yani... öylesine ve o kadar değerli bir ağaç ki... gözümüz gibi korumalı ve çoğaltmalı bu ağacı.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


ÇINAR AĞACI:



Çınar öyle bir ağaç ki, masallardan şiirlere, şarkılardan resim tablolarına, efsanelerden inançlara kadar edebiyat, felsefe, sanat ve günlük sosyal hayatımızda kendine çok önemli bir yer bulmuştur.

Her ne kadar 4000 yıllık, 2500 yıllık ağaçlar kadar uzun bir ömürleri olmasa da, yine de 1000 yaş gibi hatırı sayılır uzun yaşamları vardır.  Ortalama 1000 yıl yaşayabilirler ve müthiş büyük olurlar.

İnsanlar tarafından en çok sevilen ağaçların başında gelirler.

Ülkemizin en yaşlı Çınar ağacı yukarıda fotoğrafta gördüğünüz Bursa'da yaşayan İNKAYA ÇINARI'dır. 13 ana kolu vardır. Türkiye'nin yaş olarak değil, hacim olarak en büyük ağacı kabul edilir. 

Elbette ANIT AĞAÇ sınıfına alınmış ve koruma altındadır. 610 yaş civarındadır.

Bir yerde bir Çınar ağacı varsa, orada mutlaka su vardır. Nadiren kurak toprakta yetişir ama kökleri derinlerde mutlaka suya ulaşmış demektir. 

Gerçi her ağaç için geçerli denebilir ama çınarlar biraz farklıdır. Suyu çok sevdikleri için, altlarında veya çok yakınlarında kesinlikle bir su kaynağı var demektir.

(Eğer günün birinde doğada susuz kalırsanız ve etrafta bir Çınar ağacı görürseniz (Aynı şey Söğüt, Kavak, Hayıt için de geçerlidir), oraya gidin. Orada büyük olasılıkla su bulursunuz).

Mobilyacılık sektöründe, ilaç sektöründe, mürekkep yapımında, çiftçi aletleri yapımında, süs eşyaları yapımlarında, yakacak ihtiyacı olarak çok amaçlı kullanılan bir hazinedir.

Sıcak Yaz aylarında ki gölgesi ve serinliği ise paha biçilmezdir.

Kışın yapraklarını dökerler.

- ULU ÇINAR deyimi, uzun yaşayanlar için, geniş aileler ve sülaleler için, halk önderleri için, Bilge insanlar için, geçmişi tarihte çok derinlere giden devletler ve toplumlar için halk arasında kullanılan bir deyimdir.

- ÇINAR GİBİ KÖK SALMIŞ deyimi de keza yine çok sağlam duran şeyleri tanımlamak için kullanılır. Çünkü Çınar ağacının kökleri hem çok derine inerler hem de çok sağlamdırlar.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


ARDIÇ AĞACI:

(KONYA AĞIL ARDIÇ AĞACI):.





Güzel yurdumuz Anadolu'nun en değerli ağaçlarından biri de Ardıç ağaçlarıdır. Üstelik dünyanın en yaşlı 2. Ardıç ağacı da Konya ilimizin Taşkent kasabasında halen yaşamaktadır. AĞIL ARDIÇ ismi ile bilinen fotoğrafta ki Ardıç, 2300 yaşıyla ülkemizin 1. dünyanın ise 2. en yaşlı Ardıç ağacı kabul ediliyor.

Ardıç ağaçlarının üremesi oldukça ilginçtir. Bu ağaçların tohumları kendiliğinden çimlenmez. Bu ağacın tohumlarını yiyen bir kuş türü sindirim emzimleri ile tohumun kabuklarını açar ve gübre ile dışarı attığı Ardıç tohumları ancak bu şekilde filizlenir ve ürerler.

Bu özelliğinden dolayı da o kuş türünün adı ARDIÇ KUŞU'dur.

Ardıç Ağacı biz Türklerin eski inancı olan ŞAMANİZM'de çok kutsal kabul edilir ve dallarına bez bağlanır ve dilek dilenirdi. Şaman Türk atalarımız bu ağaçlara EVLİYA AĞAÇ derlerdi. Türkler'de bugün bile halen devam bu geleneğin çıkış noktası ağaçlardan biridir. 

Biz Türklerin Kayın ağacından sonra ki en kutsal ağaçlarından biridir.

(DOĞA İNANCI (Ananizm), biz Türklerin ilk inancı idi ve keşke hep öyle kalsaydı. Şu Şamanlığı keşke hiç bırakmasaydık. Bu kadar renkli bir inancı nasıl bir ahmaklıkla bıraktılar bizim atalarımız bilmem. Böylesine renkli bir felsefe bırakılır mı hiç?).


------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


KAYIN AĞACI:




Kayın ağacının ortalama 700 yıl civarı yaşadığı biliniyor. Çok değerli bir ağaçtır.

Artık hepiniz bir şekilde kayın ağacının biz Türklerin en kutsal ağacı olduğunu biliyorsunuzdur. 

ŞAMAN atalarımız Orta Asya'da yaşarlarken YAŞAM AĞACI - HAYAT AĞACI - EVLİYA AĞACI - BİLGE AĞAÇ... gibi isimler vermiş ona. (Orada yaşayanlar halen öyle derler). Kayın ilk zamanlar tanrının kendisi idi inanışa göre. Ona BAY TEREK deniliyordu.

Ona ayrıca AKHUŞ ağacı da deriz.

Aksakallı - Aksaçlı yaşlı bilge insanlardan esinlenip illa bir şeylere AK ön ekini veririz hala bile. Kayın ağacına da vermişiz haliyle. 

Ne de olsa o YAŞAM AĞACI.

- (Avatar filmindeki o meşhur Hayat ağacı işte biz Şaman Türklerinin bu Kayın ağacından DOĞMA - YARATILMA kültünden esinlenip yaratılmıştır. Avatar'da yer ile göğü birleştiren o devasa ağaç NaVİ'lerin kutsal yaşam ağacıdır ve bu ağacın dalları arasında yaşarlar. Türk inancına göre de kayın ağacı yer ile göğü birleştiren hayat ağacıdır ve adına BAY TEREK - BAY KAYIN denirdi. Filimde de NAVİ'ler ayin yaparken BAY KAYIN diye söylerler.

- Yine Yüzüklerin Efendisi romanında Gondor ülkesinin AK AĞACI da yine bu esinlenme ile yaratılmış karakterlerdir Tolkien tarafından. Tolkien Türk tarihini çok iyi bilen bir dil bilimci idi. Zaten romandaki Rohan ve Gondor memleketlerinin Selçuklu ve Osmanlı devletlerini, yani Türkleri sembolize ettiği çok söyleniyor konunun uzmanları tarafından. Her ne kadar Gondor'a kral olan Aragorn karakteri Kral Arthur ve kılıcı da Excalibur'u sembolize etse de, tarihi ve efsanelerin bir kaç tanesini birleştirip "Çoklu" olarak karışık kullanmıştır Tolkien. 

- Yine KEHANET filminin son sahnesinde çocukların başka bir gezegende koşarak gittikleri Ak AĞAÇ yine bu Kayın ağacından esinlenme, yani HAYAT AĞACI kültünün edebiyata-sanata geçmiş örneklerinden sadece bir kaçıdır. Zaten bu 3 filimdeki ağaçların şekli de tamamen Kayın ağacının şeklidir. Şekil itibarı ile de zaten en güzel ağaçlardan başında gelir Kayınlar).

Sadece roman, film, masal, efsanelerde de değil, şiirlere ve şarkılarda da çok sık kullanılan bir figürdür Kayın. Nazım ustanın KARLI KAYIN ORMANI şiirini ve şarkısını bilmeyen yoktur sanırım.

Kayın'ın meyveleri ve yapraklarından doğal ilaç olarak çok farklı amaçlarla, farklı rahatsızlıklarda kullanılır. 

Kurumuş kayından katran elde edilir.

Mobilyacılık, alet sapı, sandal yapımı, çeşitlik araç-gereçler, yakacak olarak yine diğer değerli ağaçlarımız gibi çok işlevli bir ağaçtır.


-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

İNCİR AĞACI:




Mevsimlerden incir mevsimidir bu zamanlar. Ağustos-Eylül dünyalar güzeli ve tatlısı incirin kuzey yarı kürede olgunlaşma ve yeme zamanıdır. İster taze ister kuru inciri sevmeyen tek bir insan dahi yoktur sanırım dünya üzerinde.

Ama onun asıl şöhreti ise... o eşşiz lezzetinden çok, insanlık tarihinin en önemli Sosyolojik, Kültürel, Dinsel, Tarihsel... bakımdan insanlığa verdiği etkisidir.

Bu etkisi ile insanlığın gidişatını bu kadar çok etkileyen başka bir ağaç daha yoktur dünya üzerinde. Tüm toplumlarda bir AĞAÇ KÜLTÜ ve inancı Animizm olmuştur ama İncir hepsinin en tepesindedir.

Dünyada farklı farklı olan 700'ün üzerinde incir türü varmış. En çoğu ise bizim ülkemizde de yetişen tür incir.

Sümerlerden bu yana gelen onlarca farklı dinin her birinde cennetten kovulan ilk insanların adap yerlerini yaprakları ile örttükleri bitki kültünün temelinde bu incir ağacı vardır.
Sadece ilk insanların cennetten kovulduktan sonra, adap yerlerini ilk olarak incir yaprakları ile örtmeleri de değil hikayesi. Çok daha fazlası var incir inancının.

Mesela bu ağacın altına işememek gerektiği ve bu ağacın altında cinlerin yaşadığı hikayeleri hepimize anlatılırdı çocukken. Bize her iki ninemiz de ve konu-komşu, akraba yaşlı insanlar da hep devamlı anlatırlardı. Hikayeye göre "Cinler sadece incir ağacının altında yaşarlarmış ve oraya işersek, bizi cin çarparmış".

Bu hikayeyi orta yaşın üstündeki herkes duymuştur eminim.

Yine... antik Helen inancında ölüm tanrısı HADES'e ve ülkesine açılan kapı olarak inanılmıştır. Hades'in ülkesi bildiğiniz gibi öte dünyadır. Yani, yeraltı ülkesi de denilen ölüm sonrasını temsil eder. Belki de bu cin kültü Hades'yen de kalma olabilir. Sonuçta bütün dinler ve inançlar birbirinden alıntılıdırlar.

Yine... İsa peygamber'in meyve zamanından önce geldiği ve haliyle meyve bulamadığı için "Bu ağacı kesin. Meyve vermiyor. Toprağın besinini boşuna tüketmesin" dediği rivayet olunur.
Hint destanlarında yine bol miktarda dini rituel ve inanca incir ağaçları vesile olmuştur. Oralarda da "Yaşamın kaynağı" olarak görünür ve "Bolluk-Üreme" vesilesi görüldüğünden dolayı kutsal sayılmıştır.

Sadece dinlerde değil, krallar, sultanlar, imparatorlar da incir ağacını "Yönetme-İktidar etme gücü" sembolü olarak görmüşlerdir.

Dini ve siyasi hayatta çok önemli yer tutan ve bir anlamda dünya tarihini, sosyolojisini ve medeniyeti şekillendiren en önemli ağaçtır.

İncir ağacının gövdesinin ve dallarının yamru-yumru yuvarlak hatları, pürüzsüzlüğü ve o grimsi rengi bana nedense hep Filleri çağrıştırır. Genelde yanlara doğru büyüyen dallara çıkması ve üzerinde oynaması çok keyifli olurdu çocukken.

Ayrıca... nedendir bilinmez ama çok sayıda insan incir ağacı ile konuşur. !!??

- (Google'da araştırın. Böyle o kadar çok insan hikayesi var. Çünkü incir ile çok konuşan insan var dünyada. Diğer tür ağaçlar ile değil, incir ile konuşurlarmış hep. Araştırın bir ara. İlginç bir konu).

- (Hani Ceviz ağaçları yaydığı kimyasal ile insanı uyuşturur ya... Bu da ona benzer bir şey olabilir belki. Bunun mutlaka Bilimsel bir açıklaması vardır. Belki de onun kimyasal yapısı, Ceviz gibi ama değişik bir etki yapıyordur).

İncir yapısı dolayısı ile salgılarıyla çıplak kollarımızı fena halde kaşındırır. Eee, bu kadar çekici, güzel ve tatlı bir meyveye ulaşmak o kadar da kolay değil haliyle.
Ağacın savunma mekanizması o.

Çünkü o meyveler içinde tohum barındırıyorlar ve ağacın üreme yöntemlerinden biri o meyveler. Ağaç kolay vermek istemiyor haliyle. Kimyasal salgılıyor biz düşmanlara. :D

Tabii... incirler de tıpkı Söğüt ağaçları gibi çok çok kolay üreyebilen, hatta en kolay üreyen ağaçlardır. İlla meyveye de gerek yoktur aslında. Kopan dalları düştükleri yerde yağmur mevsimine de denk gelirlerse kolayca filizlenirler.

Yine... Zeytin ağacı gibi dip sürgünleri vererek de ürerler.

Yani, tohum, dal-çelik parçası ve dip sürgünü olmak üzere çok kolay hayata tutunurlar.
Hatta o kadar kolay ve zor şartlarda ürer ve yetişirler ki, eski toprak kerpiç evlerde, damlarda, hatta beton duvarlarda bile çok rahat kendilerine yaşam alanı oluştururlar.

Bu nedenle... eski insanlar "Ocağıma incir ağacı diktin" şeklinde bir değim bile uydurmuşlar.
Çünkü incir bir evi rahatlıkla yıllar içinde yıkabilir. O denli güçlü bir ağaçtır.

Meyvelerinin oluşması için ise mutlaka incir sineği denilen meyve sineğinin meyve içine girip, içerideki çiçeği tozlaşma yapması şarttır.

Çünkü, incir erkek ve dişi olarak yetişir. İncirin çiçekleri meyvelerinin içindedir ve bunu meyvelerin olgunlaşması için meyve sinekleri meyve içine girip bu çiçeği tozlarlar.
O güzelim tatlı yemişler böyle ortaya çıkar.

Hani günümüzde "AĞAÇ EVLER" konsepti var ya... işte bizim çocukluğumuzda ilk ağaç evlerimiz hep incir ağaçları olmuştur.

Neden diğer ağaçlar değil de incir ağacı? diye soracak olanlara cevap;

Nedeni çok basittir aslında.

Çünkü incir dallarına çıkması diğer ağaçlara kıyasla çok kolaydır. Yanlamasına ve çatallı olarak her yöne yetiştiklerinden dolayı hem çıkması kolay olur hem de ağacın dalları arasında oturması çok kolay ve rahat olurdu.

O nedenle, günümüzün o ağaç evleri konsepti aslında biz orta kuşak nesillerin çocukluğundan gelen bir miras sayılabilir bir bakıma.

(O ağaç evler ile adeta çocukluğunu yaşar insanlar. Ne de güzel olurdu).




------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

MEŞE AĞACI:


Meşe ağaçlarının sağlamlılığı, dayanaklılığı, sertliğini sanırım hepiniz mutlaka duymuşsunuzdur. Üstelik bu Meşe ağaçlarının doğaya katkısını hem yaşayan yabani hayvanlara hem de insanlara katkılarını anlatmaya kelimeler yetmez.

Bu ağaçların çok meşhur olan bir noktaları da, o meşhur meyveleri olan PALAMUT'lardır. Palamutların içinde ise "Pelit" denilen meşe tohumları yaşar.

O palamutlardan UN YAPILDIĞINI ve çok değerli olduğunu biliyor muydunuz?


::

Meşe ağacı Yunan mitolojisinde Tanrı Zeus'un ağacı olarak biliniyor ve meşe ağaçlarına tanrısal inançlar yükleniyor.

- (Biz Türklerdeki KAYIN AĞACI nasıl tanrı Ülgen için sembol yapmışsak, Yunanlılar da Meşe ağacını tanrı Zeus'un sembolü ağaç yapmışlar).

Yine... bu Meşe ağaçlarında "Dryad" ismi verilen Meşe Perilerinin yaşadığına ve ağaçları koruduğuna inanılıp, bu perilerin bazen insanlar ile evlenip melez bir ırk ortaya çıktığına inanılırmış.

Bu tipik bir mitoloji kültü olan "Tanrı-İnsan melezi çocuklar" ya da "Uzaylı-İnsan melezi çocuklar" türü masalsı bir inanış.

1 - Mesela... Sümer mitolojisinde de uzaylı tanrılar ile dünyadan insanların melezleşmesi anlatılır. GILGAMIŞ isimli kral bunlardan biridir ve yarı Tanrı yarı İnsan melezidir. (Tanrı olan babası, uzaydan gelmiştir).

2 - Keza... Antik Yunan döneminde de "Herkül" isimli en güçlü insan olan kişi de aynen Gılgamış gibi yarı tanrı yarı insan bir melezdir. Babası Tanrı Zeus, ölümlü bir kadın ile birlikte olur ve Herkül doğar.

Zaten Herkül destanı büyük olasılıkla, Gılgamış destanından esinlenip türetilmiştir.

Bunlara benzer çok örnek vardır çeşitli medeniyetlerde ve özellikle de Anadolu'da.

- (Mesela Peri kızı ya da Gavur kızı türü efsaneler bizim köyün çocuklarına eskiden (yani bizlere) çok anlatılırdı. Akşam karanlığı çökerken, sokaktan eve dönelim diye uydurulan ve biraz da bizleri korkutmak için ağaçların altında mezar olduğu anlatılır ve "ORADA GAVUR KIZI VAR. SAKIN ORAYA GİTMEYİN. HEMEN EVE DÖNÜN" diye bizlere anlatılan çeşitli efsaneler vardı. 

Bunların bazıları her ne kadar 1. Dünya savaşı ve sonrasında da İstiklal savaşı sırasında ölüp de oralara gömülen Rum kızlarının efsaneleşmiş hikayeleri olsa da, bu gavur kızlarına yaşlı ninelerimiz Peri kızları derlerdi. Ve onların mezarları genelde Meşe ağacı veya Dut ağacı dibinde diye anlatılırdı).

Büyük olasılıkla bu "Gavur Kızı" kültü de, Antik Yunanda ki Meşe Perilerinden esinlenmedir.

::

Meşe ağaçları sağlamlıkları sayesinde köprüler, gemiler, ray altı tahta, mobilyacılık, ev yapımı, yakacak olarak kullanılan bir değerimiz olduğu kadar, özellikle ilaç endüstrisinde çok geniş bir alanda kullanılıyor. Yine parfüm ve kozmetik sektöründe yaygın kullanılır. 

Meyvesi olan Palamutlar yenilebildiği gibi, palamutun içinde yaşayan meşe tohumu olan "Pelit" isimli tohumları da hayvan yemi olarak kullanılıyor.

::

Ülkemizdeki en yaşlı Meşe ağacı ise Bolu - Mengen ilçesinin Mamatlar yaylasında ve 1000 yaşlarında olduğu söylenen Meşe ağacı imiş. Tescillendi mi? şimdilik bilmiyorum ama büyük ihtimalle Anıt Ağaç olarak kayda geçmiş olması lazım.

Yozgat ilinde ise çap-büyüklük olarak en büyük meşe ağacımız yaşıyor ve 500 yaşında olduğu ölçülmüş.

:.

Burada 1 ve 2. fotoğraflardaki Güney Carolina'da yaşayan en dünyanın yaşlı meşesi olan CAROLİNA MELEK MEŞE AĞACI.






Bolu - Mengen - Mamatlar Yaylası Meşe ağacı.


BERGAMA - PAŞAKÖY ILICASI - Meşe Ağacı.





-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

GÜRGEN AĞACI:






27 Nisan 2017

DOĞAL YAŞAM:

DEVLET SİSTEMİ ve DOĞAL YAŞAM.


Sizce ülkemiz nüfusunun 4/1'i bu video'da ki çift gibi tüketim sisteminden çıkarak, böyle doğal yaşamaya başlasalar, devlet buna izin verir mi?

Cnntürk - Yeşil Doğa programı - Alakır Kardeşliği: 





https://www.youtube.com/watch?v=-48B3pbVWbg

::


Elbette izin vermez...!!

Çünkü sistemin çökmesi için bu kadar insanın sistemden çıkması yeter de artar. Çünkü ülkenin dört'te biri demek 20 milyon kişi demektir. 

Bu 20 milyonun evli olduklarını düşünürsek, bu da 10 milyon ÇİFT demektir ve bu da 10 milyon aile demektir. 

Bu ailelerin 2 çocukları olduklarını varsayarsak, toplam da 30 milyon insan demektir.

Bu 30 milyon insan kapital tüketim düzenini bırakıp da böyle doğal yaşama geçseler, ülkenin tüm ekonomik sistemi allak bullak olur ve çok değil, en fazla 1 ay içinde ülke büyük bir kaosa düşer.

Şehirlerde yaşayanlar kolay kolay yiyecek ve su bulamaz olurlar ve bunun sonucu da yağmalar ve birbirlerine saldırılar başlar. 

Ülkede İÇ SAVAŞ çıkar.

Ülkenin 4/1'i sistemden çıktığı zaman bu 10 milyon evin satışa çıkması demek. (Ya da kiracı iseler, evleri boşaltacaklarından ev sahiplerinin kira gelirleri dibe çöker). 

Böyle olunca inşaat sektörü bu durumu kaldıramaz ve ev fiyatları çakılır. 

Fiyatlar çakılınca da, inşaat firmaları ve bunların para kazandırdığı tüm sektörler iş yapamaz olur ve iflas ederler. İnşaat işinde sadece mütehaitler para kazanmaz. 

- Mimarından, belediyelere,

- Boya malzemesi satandan, boya yapan ustalara,

- Elektirik tesisat malzemeleri satan iş yerlerinden, elektirik şebekesi döşeyen elektirik ustalarına,

- Camcılardan,
- Demir ya da pimapencilere,

- Tuğla, çimento üreten fabrikalardan, bunları satan işyerlerine,

- Fayansçılara,

- Evlerin çeşme-musluk-güneş enerjisi montajı yapan ustalara ve bu malzemeleri üretenler ile bunları satanlara,

- İnşaat devam ederken işçilere yemek veren lokantalara ve bunların aldığı malzemeler olan et-sebze-meyve-ekmek gibi ürünleri yetiştirenlere ve satanlara, 

- Çay satan kahvehane ya da çay ocaklarına ve bunun  malzemesi olan çay-şeker üreticilerine kadar... 

çok geniş bir yelpazede para sirkülasyonu yaptıran bir sektördür.

İnşaat sektörünün çökmesi demek, nerede ise ona bağlı olan tüm iş sektörlerinin de hemen hemen çökmesi demektir. (Çökmese bile... çok büyük darbe olur). 

10 milyon evin su ve elektirik ile internet, tv, doğalgaz, telefon abonelikleri iptal edileceğinden, hem özel şirketler hem belediyeler hem de devlet, hem abonelik ücretleri hem de buradan gelecek vergi kazançları ortadan kalkar. 

Devlet, belediyeler ve şirketler bu kadar para kaybettiğinde şehirler de kalan memur-işçi-emekli gibi vatandaşlarına maaş veremez ve bu bir ekonomik çöküntüye neden olur. 

Her halükarda kaos çıkar. Bunun sonu da iç savaştır.

O NEDENLE...

Ülkenin dörtte biri gitse ne olur ki? diye küçümsememek gerek.

Çünkü o 4/1 çok büyük güç'tür aslında.

Devlet bunu bildiği için, asla bu kadar kalabalığın bu çift gibi sistemin dışında doğal yaşamasına İZİN VERMEZ..

28 Mayıs 2016

BİRGİ - ŞİRİNCE GEZİSİ:

BİRGİ ve ŞİRİNCE GEZİSİ:

Bergama'dan, Soma-Akhisar-Gölmarmara rotasını izleyerek Ödemiş'e doğru yola koyulduk.

Bozdağ gerçekten de çok güzel dağlarımızdan birisi.


Ödemiş'in meşhur dağı BOZDAĞ'ını geçerken, yol kenarında gördüğümüz satıcıların yanında aldık soluğu.


Yol kenarında ki sebze-meyve satıcılarını eskiden beri çok severim. 









Bozdağ'a çıkarken yol kenarında çiçek satıcıların tezgahlarını gören kadın gezginlerimiz, hemen şoförü durdurup soluğu çiçekçilerin başında aldılar. 

Çiçeklerin bolluğu karşısında her biri arı gibi bir o çiçeğe, bir bu çiçeğe koşuşturup durdular. Mutluluktan Nirvana'ya ulaştıklarından eminim.  :))







Halk Sanatçımız Bedia Akartürk'ün doğduğu ve müze haline getirilen ev. Oraya gitmeden olmaz.






























Birgi çarşısı.





Birgi evleri ve sokakları.





TRT 1'de ki YEŞİL DENİZ dizisinin çekildiği yerler. Burası o meşhur telefon kulübesi.






Birgi pazarı.











Bu pazarcı teyzemiz güzelce poz verdi.









Sebzeli ev yapımı makarnalar.

Bunlara bayıldık. Yapanın ellerine sağlık. Çok lezzetliler. Mutlaka alın. Benim gibi her bir şeyi beğenmeyen biri bile çok sevdi bunları.

(Hani bir dizide bir replik var ya... RASKOLN BU MAKARNALARI SEVDİ). :))







Ev yapımı Baklava.

Gördük>Tattık>Beğendik>Aldık. :))








Birgi nohutlu Peksimet'i.

Bunların görüntüsü de çok hoşumuza gitti. Aldık ama nasıl, ne ile yiyeceğimizi bilmiyoruz. Çünkü eve gelince bozulmasınlar diye hemen buzdolabına koyduk. Zaten serttiler, daha da sertleşmişler.

Süt kaynatıp, içine atıp yumuşatıp tatlı niyetine mi yesek yoksa çaya batırıp'ta mı yesek?

Önce kesmemiz gerek ama mümkün değil. Dağılıyor. Şimdilik buzdolabında duruyorlar. !!??  :))






Bu da biz Bergama'nın nohutlu simit çöreği.



Bu iki nohutlu yiyeceğin arasında çok bariz fark var. Bergama'nın ki çok lezzetli ve nohut kokusu çok çok az hissediliyor  

Oysa Birgi peksimetleri (ve nohutlu köy ekmeği)  çok aşırı derece de nohut kokuyorlar.

Peksimetleri beğenmedim açıkçası.

.......